Din ile bilim arasında amaç
bakımında benzerlikler bulunmakla beraber, metot bakımından bazı farklılıklar bulunmaktadır.
Amaç bakımından; din ve bilim ortak amaca sahiptir, ikisinin de gayesi insanlığa faydalı olmaktır. İslam düşüncesinde dinin tanımlarına bakıldığı zaman görülür ki kişinin dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmasını sağlamaktır; Bilim ise kâinatta bütün olup bitenlerin hangi aslî kanunlara göre meydana geldiğini tespit etmeyi amaçlayan insanî faaliyetlerin genel adıdır. Bilimin ya da ilmin gayesi ise, tabiatı tam ve eksiksiz olarak anlamak, eşyanın/ varlığın hakikatini kavramak, gerçeği bilmektir. Dolayısıyla dünya mutluluğu için de insanlara faydalı olmak bir sebep teşkil edebilir. Yani bilimsel faaliyetler insanların hayatlarını kolaylaştırdığı için amaç bakımından din ile benzerlik gösterir.
Metot bakımından ise; elbette ki
farklılıklar bulunmaktadır. Çünkü bilimsel faaliyetler salt olgusal olanı ele
alır, yapmış olduğu çalışmalara duygularını ve değerlerini katmadan objektif
bir şekilde inceler. Bu yüzden yapılan bilimsel faaliyetler kümülatif(yığılmacı)
bir şekilde sürekli değişerek ilerler ve gelişir. Fakat din ise bir değerler
manzumesidir, insan hayatını anlamlandırır, onu hem dünya hem de ahiret
bütünlüğü içerisinde kuşatır. Temelde bakıldığı zaman görülür ki bilim olgu ile
ilgilenirken din anlamlandırma ve değer işlemiyle ilgilenmektedir. Bu bakımdan
inanç ve bilim birbirinden ayrılmaktadır. Yani din ile bilim birbirini
karşılayan kavramlar değildir ve her biri ayrı bir işleve sahiptir.
Burada dinden kastettiğimiz elbette ki İslam dinidir, şimdi kısaca İslam ve Hristiyanlık açısından bilimsellik anlayışına değinelim.
Hristiyanlık Açısından Din-Bilim
İlişkisi
Hristiyanlıkta din ile bilim
arasında mutlak bir çatışma görülmektedir. Bunun için Orta Çağ Skolastik
Düşünce dönemine baktığımız zaman, bir çok bilimsel ve felsefî faaliyetlere
karşı çıkıldığı, akıl ve düşünce karşıtlığının yapıldığı, din uğruna tüm
faaliyetlerin engellendiği, bilim insanlarının aforoz edildiği hatta Engizisyon
mahkemeleri kurulup yargılandığı ve işkencelere tâbî tutulup öldürüldüğü
tarihen sabittir. (Galileo Galilei)
Hristiyanlığın Orta Çağ’da bilimsel
faaliyetlere karşı çıkmasının sebepleri arasında şunlar gelmektedir:
- Hristiyanlığın
sahip olduğu teslis(baba-oğul-kutsal ruh) anlayışının akla yatkın olmaması ve
rasyonel açıdan temellendirilememesi,
- İncil’in tahrif edilmiş olması ve
içerisine kendi dönemine ait olan olan bir takım bilimsel verilerin
karıştırılması, ardından bilimin gelişmesiyle İncil’in bilimsel verilerle
çelişir duruma gelmesi, (Orta Çağ’da Batlamyus'çu dünya merkezli teori
hakimken; bilimin ilerlemesiyle Kopernik'çi güneş merkezli teori
yaygınlaşmıştır.)
- Hristiyan din adamlarının
sözlerinin de vahiy olarak algılanması ve mutlak otorite olarak kabul edilmesi,
- Hristiyan ilahiyatının, sağlam bir
bilgi felsefesinden(epistemoloji) yoksun olmalarından dolayı, gelişen felsefî
faaliyetler neticesinde felsefecilerin sorularını cevapsız bırakmaları ve tüm
felsefî, bilimsel faaliyetlere karşı çıkmaları,
- Tahrif edilen Hristiyanlığın aşırı
mucizevî bir dine evrilmiş olması ve her hadiseyi mucize ile açıklama çabası, (determinizm
düşüncesiyle mucizeleri açıklamak zorlaşacağı için kilise karşı çıkmıştır) gibi
temel etkenler belirleyici olmuştur.
İslam Açısından Din-Bilim İlişkisi
İslamî açıdan din ile bilim arasında herhangi bir çatışma bulunmamaktadır. Her ne kadar, zaman zaman Müslümanların farklı bakış açısına sahip olmalarından ötürü akıl karşıtlığı, din-bilim çatışması söylemleri dillendirilse de İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an açısından çatışma görülmemektedir. Hatta Kur’an, Müslümanları evreni ve kainatı incelemeye ve üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Bu yüzden Orta Çağ’da Hristiyan dünyasında bilim ve felsefe faaliyetleri karanlık çağı yaşarken; İslam dünyasında ise yükseliş devrini yaşamıştır. Endülüs(İspanya) bunun örneklerinden bir tanesidir. Günümüz Batı medeniyeti, tevarüs ettiği felsefî-bilgi birikimi Endülüs yoluyla İslam dünyasından aldığı ortaya çıkmıştır. (Bknz: Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri)
Fuat Sezgin |
Bunun temelinde
de hiç şüphesiz Kur’an’ın evreni ve kainatı anlamaya, düşünmeye ve akletmeye
verdiği önem yatmaktadır. Kur’an’da evrenin belli bir ölçüye, düzene
göre yaratıldığına bunlara bakılıp dersler çıkarılması, düşünülmesi istenmektedir.
Bu ayetleri kısaca şöyle ifade edebiliriz:
“Her şeyi yaratan ve onu bir ölçüyle takdîr eden Allah
yüceler yücesidir.” (Furkân, 25/1-2)
“Varlığımızın delillerini, ufuklarda ve kendi nefislerinde
onlara göstereceğiz.” (Fussilet, 41/53)
“Yer yuvarlağında yetkin bilgi sahipleri için nice
âyetler vardır, kendi fizyolojik ve psikolojik yapınızda da. Hâlâ görmüyor
musunuz?” (ez-Zâriyât, 51/ 20-21)
“(İnsanlar), devenin nasıl yaratıldığına, gökyüzünün
nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına
bir bakmazlar mı?” (el-Gâşiye 88/17-20)
“Kendi kendilerine, Allah’ın gökleri, yeri ve ikisi
arasında bulunanları hak/ gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını
hiç düşünmezler mi?” (Rûm, 30/8)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl
sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9)
“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere
yaratmadık. Bu inkâr edenlerin zannıdır…” (Sâd, 38/ 27)
Neticede
Kur’ân’da insanlar hem kendileri, hem de çevresinde bulunan diğer varlık ve
olaylar üzerinde gözlem yapmaya, bu gözlemlerden yararlanarak varlıkları ve
olayları yaradılış açısından düşünmeye ve bunları anlamaya davet etmiştir.
Kur’ân
muhatap aldığı insanı, sanı (hayal), vehim ve mitoloji dünyasından uzaklaşıp,
kâinattaki varlıkları gözlemeye, dış dünyadaki olgu ve olaylar üzerinde
düşünmeye çağırmıştır. Elbette ki Kur’an bir bilim kitabı değildir ancak Müslümanlara bilimi, araştırmayı, düşünmeyi teşvik etmiştir.
Kur’ân’ın
hakikati bulmada akla ve bilgi edinmeye verdiği önem bilim, ahlâk ve sanatın
gelişmesine katkıda bulunmuştur. Kur’ân’ın akla ve bilgiye değer vermesinin
amacı insanı yaratanını bilmesi ve ona iman etmesini sağlamaktır. Yani
varlıklar üzerinde düşünüp elde edilen bilgi ile varlıkların yaratıcısına
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla İslâm açısından bilimle din arasında doğal bir
ilişki söz konusudur. Kur’ân bu doğal ilişkinin kaynağını oluşturmaktadır.
İslam ilahiyatı din-dünya dengesini,
akıl-vahiy dengesini en mutedil(ortayollu) bir şekilde kurmuştur. Yine İslâm dininin kutsal kitabı Kur’ân,
bazılarına yukarıda değinilen birçok âyetinde bilimin sonradan keşfettiği sebep- sonuç
kanununa dikkatleri çevirerek bilimin ve bilimsel düşüncenin gelişmesine
doğrudan tesirde bulunmuştur.
Sonuç
olarak diyebiliriz ki; din ile bilim arasında bir zıtlık bulunmamakla beraber amaç
bakımından ilişki içindedir fakat metotları ayrıdır bu açıdan bakıldığı zaman
şöyle bir çıkarım en mu'tedil(ortayollu) yargı olacaktır: Din anlamlandırır; bilim açıklar;
felsefe düşündürür. Her alan kendi sistematiği içerisinde kıymetli ve
değerlidir, insanlık için gereklidir ve bu güne kadar da insanlığa büyük
hizmetler vermişlerdir.
Yararlanılan Kaynaklar:
Selim ÖZARSLAN, "DİN-BİLİM İLİŞKİSİNİN SERENCAMI HIRİSTİYANLIK VE İSLÂM ÖRNEĞİ"
Şaban Ali DÜZGÜN, "DİN-BİLİM İLİŞKİSİNDE MODELLER ve ORTAK KAVRAMLAR"
İbrahim Kalın, İslâm ve Batı (İSAM Yayınları)
0 Yorumlar