İnsan, yaratıldığı günden günümüze kadar kimi zamanlarda arzu etmediği ve beklemediği durumlarla karşılaşmış, karşılaşmaya da devam etmektedir. Bunlardan biri de engellilik olgusudur. Yaşanılan çeşitli acılar ve sıkıntılar olsun, onlara sebep olan depremler, seller gibi doğal afetler veya şiddet ve zulüm gibi insan kaynaklı kötülükler olsun, hemen her insana az ya da çok dokunduğu gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve düşüncelere de sevk etmektedir. Bu durumun niçin var olduğu anlamlandırılmaya çalışılmış, engellilik halini yaşayan birey ve ailesi böyle bir durumda, “Neden ben?”, “Bunu hak edecek ne yaptım?”, “Yaptığım yanlışlar yüzünden mi Allah beni cezalandırıyor?” şeklinde zihinsel bir sorgulama ve anlam bulma çabası içine girmektedir. Dünyanın ve üzerindeki hayatın bir başka yönünü oluşturan deprem, sel, kuraklık, kıtlık, hastalık ve ölüm, engellilik, yoksulluk, savaş, işkence ve ahlaksızlık gibi olay ve olgular ve bunların neden olduğu acı, ızdırap ve kederler bir de Tanrı inancı açısından değerlendirilmekte veya sorgulanmaktadır.
Kötü olarak nitelendirebileceğimiz birçok şey aslında iyiliğin zorunlu birer koşuludur. Ancak biraz acının, daha fazla bir kötülüğün önlenmesi için gerekli ve yararlı olduğunun gösterilmesi, kötülük ve İlahî adalet sorununun çözümüne yetmemektedir. Neden Tanrı, hayatta kalmamız için kötülüklerin uyarıcı etkisinin gerekli olduğu böyle bir dünya yarattı da, onun yerine hiç acı içermeyen, acının uyarıcı ve koruyucu etkisine de gerek olmayan salt haz ve iyilikler bulunduran bir dünya yaratmadı? Dünyada hiç acı/engel olmasaydı daha iyi olmaz mıydı?
Bütün bu sorular sorulabilir elbette ki fakat, unutulmamalıdır ki İslam dini açısından dünya hayatı bir imtihandan ibarettir ve kötülüklerin olması da imtihanın bir gereğidir, şüphesiz dünyada tamamen iyilik hakim olsa, iyiliğin değeri ortaya çıkmaz dolayısıyla imtihan faktörü de ortadan kalkardı. İnsanın başına gelen musibetlerde kendi rolünün de olduğu unutulmamalıdır.
Allah, dünyayı ve onun düzenini mükemmel bir şekilde yaratmış, insanlığın hizmetine vermiştir. Kötülük olarak bilinen her şey insanların eylemlerinin bir sonucudur. Bilimsel gelişmelerle ortaya konulmaktadır ki, doğal felaket olarak adlandırılan doğa olayları dünyadaki nizamın yürümesi için gerekli olan evrensel kanunların bir sonucudur. Yine birçok felaketin insanların doğayı bilinçsiz ve hırsı uğruna tahrip etmeleri yüzünden yaşandığı görülmektedir. Bu felaketlerden dolayı da sakat doğumların gerçekleştiği bilinmektedir. Çernobil felaketi bunun tipik bir örneğidir. Kimyasal maddelerin aşırı kullanımı ve nükleer deneme sonucu ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma, hava, su ve toprağın kirletilmesine neden olan tasarruflar, doğal dengenin bozulmasına ve insan da dâhil birçok canlının ölmesine yol açmaktadır. İnsan, tabiatı yaratılış gayesine uygun bir şekilde kullanmayıp onu tahrip ettiği zaman, bu eyleminin cezasıyla karşı karşıya kalabilmektedir. İyi amaçla yaratıldığı halde, kötü kullanım veya tedbirsizlik nedeniyle ortaya çıkan acı ve ızdırapların Allah’a izafe edilmesi doğru değildir.
Mâturidî’ye göre, zararlı olarak görülen varlıklar da dâhil Allah’ın yarattığı her şeyde bir hikmet bulunmaktadır. Zararlı şeyden duyulan acı, faydalı olandan duyulan tadın hissedilebilmesi için bu imtihan süreci yaşanmalıdır. Faydalı ve zararlı olarak nitelendirilen varlıklar, Allah’ın varlığına, birliğine, hikmetine işaret eden tek bir cevher gibi yaratılmıştır. Bu nedenle varlıklar iyi veya kötü olarak nitelendirilemez. Sınırlı olan insan aklı, mükemmel ve sınırsız olan Allah’ın eylemlerindeki hikmeti yeterince anlayamayabilir. Bu yetersizliğin kabulü ile birlikte farklı boyutlarıyla engellilik ve engelliler hususunda hikmeti ilahiyi ortaya koymaya çalışmakta bir sakınca bulunmamaktadır. Mâturîdî, evrendeki kötülüğün hem dünya hem de ahiretteki iyiliklerin elde edilmesi amacına yönelik faydalarının olduğunu belirtmektedir.
Mâturîdî’nin nötr olarak değerlendirdiği varlıklar, insanlar tarafından ona yaklaşımları ve kullanım amaçlarına göre iyi ya da kötü olarak nitelendirilmektedir. Mâturîdî’nin varlığın doğasına ilişkin bu değerlendirmesi engellilik için düşünüldüğünde onun kabulü ve başa çıkmada önemli katkılar sağlayacağı söylenebilir. Nitekim anne karnında özürlü olduğu tespit edilen ceninin sağlam bir birey olarak doğduğu ya da dünyaya geldikten sonra söz konusu hastalığın tedavi edilebildiği görülmektedir. Bununla birlikte, önceleri ikinci sınıf, patolojik bir vaka olarak ele alınan engelliliğe ilişkin önemli bir paradigma değişikliği yaşanmıştır. Engellilik, ferdî sınırlılığa bağlı olarak değil; toplumun gerekli hizmetleri sunmamasından ve engellilerin temel gereksinimlerini dikkate almamasından kaynaklanmaktadır. Artık engelliliğin bireyin özür durumundan çok, toplumun koyduğu engeller, ayırımcılık ve önyargı tartışılmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda ortaya çıkan sosyal model, engelliliğin, bireyler arasındaki fiziksel, zihinsel vb. farklılıkların bir yansımasından ziyade toplumdaki ayırımcılığın, önyargının ve dışlamanın bir ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Böylece çevresel, fiziksel, mekânsal koşullar toplumsal tutumlarla birlikte bireyi engelli kılmaktadır. Söz konusu koşullar altında olumlu tutum değişikliği yaratmak sorunları hafifletebilecektir.
Ayrıca unutulmamalıdır ki bizim hayır gördüğünüz şeyde şer, şer gördüğümüz şeyde hayır olabilir. Hikmet-i İlahi'yi ancak Allah bilir.
0 Yorumlar