Deizm ve Eleştirisi - lutfullahakman.com

Deizm ve Eleştirisi

 


Evreni yaratan Tanrı’nın varlığını kabul etmekle birlikte vahyi ve peygamberi reddeden aklı yeterli gören düşünce tarzı Deizm’e göre Tanrı yarattığı âleme müdahil olmadığından insanlar üzerindeki onun herhangi bir yaptırımı yoktur. Tanrı’nın Peygamber göndermesi, buyruğu ve yasağı hikmetten yoksundur. Dinin ve ahlâkın kaynağı vahiy değil, insanın tabiatı ve aklıdır. 

Deist türü inançların ilah ve peygamber tasavvurlarının arka planını inceleyen Mâtürîdî’ye göre câhillik, fakirlik, dünya meşakkati ve duyuların aklı örtmesi ile akıl hakikat ve hikmetleri anlamaktan âciz olabilir. Yetenekleri belirlenmiş bir varlık olan akıl kendisi için çizilen alanı aşamaz. Eğer peygamberler olmasaydı bu âlem hikmetsiz (sefeh) olurdu. Beşerî davranışlar ancak peygamberler sayesinde övgüye lâyık bir konum alabilir. Allah’ın bir çok hikmetle peygamber göndermesi insanlığa ilâhî lütuftur.

Deizmin dayandığı epistemolojik ve ontolojik temel iki ilke bulunmaktadır. Epistemolojik olan birinci ilkeye göre Allah'ın bilgisinin ve hakikatin tespit edilmesinde insan aklı ve ulaştığı bilimsel sonuçlar yeterli olup peygamberlere ve onlarla gönderilen vahyin rehberliğine ihtiyaç yoktur. Zira Deistler, peygamberlere ve onlarla gönderilen kitaba olan ihtiyacın yerini akıl ve bilimle doldurmaya çalışmaktadır. Ontolojik olan ikinci ilkeye göre ise kâinat saat gibi işleyen nizamla ve ilahi müdahaleye ihtiyaç kalmayacak en mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Bu ontolojik ilke pozitif bilimin temel dayanağını oluşturmaktadır. Böylece Allah’ın varlığına, her şeyi kuşatan ezeli ilmine ve âlemi bir kerede mükemmel bir nizamla yaratmasıyla kayıtlayarak rubûbiyetine iman eden deizm, bu iki ilkeye dayanarak, kendi subjektif aklına ve kendi felsefi anlayışa uydurduğu bilime iman etmekte, Allah’ın ulûhiyetini, nübüvveti, ilahi kitapları ve dini inkâr etmektedir. 

Hakikatte, aslen fıtri akıl ve tabii bilim birbiriyle çelişmez. Çünkü her ikisini yaratan ve dizayn eden kendisinden başka İlah ve Rab olmayan Allah’tır. Allah’ın, yarattığı varlıklara kelam sıfatıyla hitap etmesi de nübüvvetle gönderilen ilahi vahiylerin aklî izahı sayılmaktadır. Allah, kendisini tanıtmasaydı insan aklı, yaratıcısını tanıması gerektiği gibi tanıyamazdı. Ayrıca insan aklı, O’na nasıl teşekkür edeceğini ve nasıl ibadet edeceğini bilemezdi. Fıtratı bozulmamış hayırlı her evlat nasıl ki kendisini dünyaya getiren anne babasını tanımak ve onlara teşekkür etmek isterse, fıtratı bozulmayan her kul, kendisini yaratan Rabbini tanıyıp O’na kulluk etmek ister. Bununla birlikte Allah, yarattığı şeyleri en iyi bilen olduğu için, âkil-bâliğ olarak mükellef kıldığı kullarına, dünya ve ahiret hayatına dair âlemle ilgili bilgi vermesi ve sakınmaları gereken şeyleri haber vermesi hikmete uygun olarak ilahi bir ikram ve ilahi adalettir. 


Şayet akılda yeterlilik bulunsaydı bile yine de bu alandaki yeteneklerinin sınırlı olması söz konusudur. Bundan dolayı Allah’ın üstün özellikler ve zihin açıklığı verdiği fikir adamlarıyla istişarelerde bulunarak yardım almaya ihtiyaç vardır. Böylece peygamber göndermede kulların işin kolaylaştırıp hafifletme ikramı vardır. İmam Matüridi, insan aklının nübüvvete ve nakle olan ihtiyacını insan yapısına yerleştirilen nefsanî isteklerle de izah etmektedir. Nefsani duygular, aklın rakibi kılınmıştır. Bu nefsanî duygu, insana özgü arzu ve şehvetler ile bunları cazip gösteren şeytanlardan oluşan yardımcılarla desteklenmektedir. Bu realite karşısında akıllara da bazı yardımcıların verilmesi nasıl yadırganabilir? Akla yardımcı olan en uygun elemanlar peygamberler ve onlarla gönderilen kitaplardır. Akıl, hikmetleri kavramak için içinde bulunduğu âlemin önemli bir parçası olduğu için insan küçük âlem diye isimlendirilmiştir. Doğrusu insanlar çeşitli arzulara ve farklı tabiatlara sahip kılınmıştır. Onların beşeri yapısına öyle baskın nefsânî istekler yerleştirilmiştir ki, bu yaratılışlarıyla baş başa bırakılsalar menfaatlerin paylaştırılmasında, muhtelif üstünlük, şeref, hükümranlık ve iktidarların ele geçirilmesinde mutlaka birbirleriyle çekişirler. Bunu da karşılıklı nefret ve ardından kanlı mücadele takip eder. Böyle bir durumda toplumların birbirlerini yok edişleri ve çöküşleri muhakkaktır. Hâlbuki âlemin var ediliş amacı kan dökmek ve fitne fesat çıkarmak değildir. Nasıl ki insanın ve diğer canlıların varlıklarını devam ettirebilmeleri için gıdalar yaratıldıysa, insanları uzlaştıracak, çöküşe ve yok oluşa sebep olacak çekişmeye düşmekten alıkoyacak bir “asıl” (din) temel ihtiyaç ve zorunluluktur. Allah, insan türünü ihtiyaçlara bağlı kılarak yaratmış, tabiatlarında bulunan bilgisizlik ve nefsanî baskılarla baş başa bırakmamış, bu alanda kendilerine kılavuzluk edecek ve ihtiyaç duydukları bilgileri öğretecek birini görevlendirmiştir. Yaratıcı, görevlendirdiği peygamberin insanlara imamlık yapması ve onların dirliklerini sağlamak için bazı belge ve kanıtları onlara vahyederek lütufta bulunmuştur.


Yararlanılan Kaynaklar ve İleri Düzey Okumalar:



Yorum Gönder

0 Yorumlar