Genellikle toplum arasındaki dinde ve siyasi, içtimai alandaki yenilik söylemleri, toplumun buhranlı olduğu dönemlerde meydana gelmiş olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Geçmiş dönemler ki, Birgivî, Kadızadeliler ve İbn Abdülvahhab gibi şahsiyetler bunun en basit örnekleridir. Toplum arasında da büyük bir itibar yaratan bu şahsiyetlerden en büyük etki bırakanı hiç şüphesiz Kadızadeliler’in oluşturmuş olduğu topluluktur. Çünkü bunlar toplumun gerileme ve çöküşte olduğu dönemlerde, ortaya yenilik ve yükselme söylemleriyle dinden referans göstererek ortaya çıkmışlardır. Amaçları yükseliş olsa da, sonuç itibariyle daha çok buhrâna sebebiyet verdikleri bir hakikattir. Çünkü İbn Teymiyye’den almış olduğu Selefi fikirleri ve akıl düşmanlığını, Tekke-Tasavvuf karşıtlığı ile halk tabanına yaymışlardır. Kendi fikirlerini hakikat olarak telkin eden bu grup, buhrânın kaynağı olarak dinde bidatlerin ortaya çıktığını öne sürerek, dinde yenilik söylemleri ortaya atmıştır. Esasen buradaki sorun akademik, ilmi düzeyde tartışılacak olan meselelerin halk tabanına indirilerek toplumda ayrışmaya sebebiyet verip infial meydana getirmesidir. Tabi ilerleyen günlerde tekke şeyhi olan Abdülmecid Sivasî Efendi’nin karşı söylemleri ile yara daha da derinleşmiştir. Çünkü bunlar dinde yenilik söylemleriyle toplumu etkisi altına aldıktan sonra devlet adamlarını da etkileyip devlette söz sahibi olmaya başlamasıyla netice o hale gelmiştir ki, devleti ve dini kendi çıkarları uğruna kullanmaya başlayıp toplumdan da güç almışlardır. Neredeyse bir asır boyunca devleti meşgul eden bu oluşum “Çınar Vak’ası” ile kanlı bir şekilde bastırılabilmiştir, fakat hala toplumda izleri devam etmektedir.
Günümüzdeki dini oluşumlar olan cemaatlere bakıldığı zaman, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde büyük sosyal buhranların olduğu ortadadır. Tekke bölümünde ortaya çıkan “beşik ulemâlığı”, bilgisiz şeyhlerin tekke başına geçmesine sebep olmuştur. Hatta Osmanlı son döneminde kurulmuş olan “Medreset’ül-Meşâyıh”, tekke tabanındaki buhranın en büyük göstergesidir. Bunun sonucunda Osmanlı’da 19. ve 20. yüzyıllarda medrese ve mektep çatışması meydana gelmiştir. Özellikle Cumhuriyet döneminin başlarında, tekke ve zaviyelerin kanunen kapatılmasıyla beraber tasavvufi cemaatler bir bakıma yer altına inmiştir. Herhangi bir denetim mekanizmasından yoksun olan cemaatlerin bazıları günümüzde aynı Kadızadeliler örneğinde olduğu gibi, kendi fikirlerini halk arasında yayıp taraftar topladıktan sonra, devlete sızma girişimleri ile devam etmişlerdir. Kendi görüşlerini hak, diğerlerini bâtıl olarak gören bazı cemaat oluşumları toplum arasında bir ayrışmaya sebep olmuştur. Elde etmiş oldukları güç ile de kendi fikirlerini siyaset zemininde temsil eder hale gelmişlerdir. Hatta sadece siyaset değil, devlette siyasi, ekonomi, sağlık vb. her türlü kuruma yapılanıp, kontrol eder hale gelmişlerdir. Kadızadeliler’de olduğu gibi toplumun dini duygularını istismar eden bir takım cemaatler, kendi menfaatlerini gerçekleştirmek adına bunu yapmışlar ve halkın dini duygularını sömürmüşlerdir. Yakın zamanda gerçekleşmiş olan “15 Temmuz” örneği bu buhrânın dışa vurumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabi ki tüm tasavvufi oluşumları aynı kefeye koyamasak da herhangi bir denetim mekanizması olmadığı takdirde bir cemaat oluşumunun toplumda ne denli bir infial yaratacağını görmekteyiz.
Sonuç olarak, günümüzde denetimden yoksun olan bu oluşumların Kadızadeliler örneğinde olduğu gibi daha büyük infiallerle sonuçlanmaması için siyasi bir denetim mekanizmasına ihtiyaç vardır. En azından İslam adına ilmî ortamlarda tartışılacak olan meselelerin toplum nezdine indirilmemesi ve “hakikat tekelciliği” yapılmaması, halk arasında fitne hareketlerine sebebiyet verilmemesi için bu mekanizmaya ihtiyaç vardır. Nitekim Osmanlı Devleti bu durumu fark edip son dönemlerinde “Meclis-i Meşayıh” adlı, alimlerden oluşan bir denetim meclisi kurmuştur. Bu meclisin amacı, bozulmuş olan tarikat müesselerini ıslah etmek ve geçmişteki Kadızadeliler örneğinin tekrar edilmemesi için bu oluşumları hem dini hem de siyasi açıdan kontrol etmektir. İçinde bulunduğumuz bu süreçte bizim de buna ihtiyacımız olduğu aşikardır. Yoksa tarihin tekerrür etmesi ve yeni 15 Temmuzların ve “Çınar Vak'a” larının gerçekleşmesi mümkündür.
0 Yorumlar